24 Eylül 2014 Çarşamba

Röportaj: Mark Buxton

Mark Buxton, yirmi beş yılı aşkın süredir Givenchy, Versace, Van Cleef & Arpels, Paco Rabanne, Burberry, Cartier, Chopard ve Ferré gibi parfüm dünyasının en ünlü markaları için tasarımlar yapan bir parfümör. Özellikle Comme des Garçons için hazırladığı tasarımlarla parfüm dünyasında çığır açan usta parfümör, yıllardır merak ettiğim bütün konulara içtenlikle açıklık getirdi.


Berkan: Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim Mark. Ülkemizde daha önce bulunup bulunmadığından ve Türkiye hakkında neler düşündüğünden bahseder misin?

Mark: Türkiye’yi gayet iyi biliyorum ve Seluz isminde bir parfüm evi ile danışmanlık bazında çalışmaktayım. İstanbul; moda, trendler, yüksek teknoloji ve bolca nakit akışına dair fırsatlarla dolu, hızlı büyüyen bir şehir.

Berkan: Peki, ülkemizde nerelerde bulundun?

Mark: Yılda 5-10 kez ziyaret ettiğim İstanbul ve Antalya’yı biliyorum. (Mark çoktan bizden biri olmuş!)

Berkan: Parfümör olmaya nasıl karar verdin? Senin gibi yenilikçi birinin etraftaki, klişe fujer veya şiprelerden bıkıp, “farklı bir şeyler yapmalıyım” tarzında bir düşünceyle bu işe başladığını düşünüyorum :)

Mark: Bu işe, bir televizyon programına “dünyadaki tüm parfümleri tanıyabilirim” iddiasıyla katılarak, tesadüfen girdim. Televizyon şovunun ardından, günümüzde Symrise olarak yaşamına devam eden, o zamanlar Haarman und Reimer isimli Alman bir parfüm evinden teklif aldım. Her şey tam olarak böyle başladı. Sonrasında hızlı bir şekilde kendi stilimi yarattım ve hala olabildiğince farklı ve yaratıcı olmaya çalışıyorum.

Berkan: Parfüm tasarlama sürecinden bahseder misin? 

Mark: Uzun süre önce; şişelemeye çalıştığım anlar, durumlar, insanlar ya da bir ruh hali ile ilişkilendirdiğim akorları (kısa formül olarak açıklıyor) not ettiğim bir defter tutmaya başladım. Hepsi de oldukça kişisel. Bu fikirleri kendi markam için kullanıyorum. Bunun dışında, çoğunlukla müşterilerim tarafından verilen basit bir fikirle tasarıma başlıyorum ve gerisi tamamen bana kalıyor. Yaratıcılıkta sınırsız özgürlüğüm oluyor. Güçlü bir DNA’ya (parfümün ana akoru olarak nitelendiriyor) sahip kısa formül, parfümün imzasını oluşturuyor.

Berkan: Peki, markalar bu sürece ne kadar müdahale ediyor?

Mark: Eğer büyük bir gruba bağlı bir marka için çalışıyorsan, markanın kendi pazarlama ekibi vardır ve seni istedikleri doğrultuda yönlendirirler. Eğer kendi markan ya da bir niş marka için çalışıyorsan yaratıcılık için sınırsız özgürlüğün vardır.


Berkan: Niş markaların yanı sıra designer markalar için de parfüm tasarlıyorsun. Arada ne gibi farklar var?

Mark: Biraz önce de bahsettiğim gibi, en büyük farklılık niş markalarda çok daha fazla özgürlüğünün olması ve konsantrasyonun fiyatının çok daha yüksek olması. Genelde pazarlama ve yönlendirme olmuyor. L’Oreal, Coty ya da P&G gibi büyük bir gruba bağlı designer markalarda ise durum hemen hemen tam tersi.

Berkan: Comme des Garçons’u, Mark Buxton’ın gerçek potansiyelini yansıtmasına izin veren marka olarak görüyorum. Buna katılıyor musun?

Mark: Kesinlikle! Comme des Garçons yeni bir şeyler göstermek için mükemmel bir müşteri. Yaratıcılıkta hemen hemen tam bağımsızlık söz konusu.

Berkan: Sentetik yerine doğal hammaddeleri tercih ederim diyebilir misin?

Mark: İkisini de seviyorum. Birbirinden çok farklı, güçlü, kalıcı ve pahalı yüzlerce harika sentetik ve doğal hammadde var. Çalıştığımız her ürünün kendine has bir anlamı var ve hepsini ayrı seviyorum!

Berkan: Şimdiye kadar tasarladığın parfümlerin arasında en sevdiklerin hangileri?

Mark: Comme des Garçons 2 Man ve Woman (Böyle bir parfüm bilmiyorum. Muhtemelen CdG2’den bahsediyor), Karl Lagerfeld - Kapsule Light, Van Cleef & Arpels - Cologne Noire, Mark Buxton Perfumes - Emotional Rescue… Çok var.

Berkan: Tam bir Comme des Garçons 2 Man fanıyım! Tütsülü vetiver kullanımının ilk örneği ve belki de en güzeli… Peki, Comme des Garçons 2 Man ve Le Labo Vetyver 46 benzerliğine yorumun nedir? İkisi de senin tasarladığın parfümler ve ben de dâhil olmak üzere birçok parfüm sever de bu iki parfümün birbirini oldukça andırdığını düşünüyor.

Mark: Her iki parfüm de birer vetiver yorumu. Dolayısıyla ortak yönleri var. Fakat Le Labo Vetyver 46, amber dokunuşu olan, daha ağır ve tatlı, oryantal bir parfüm. Yine de her iki parfümün aynı parfümör tarafından tasarlandığı anlaşılabilir. Bunu “el yazısı” olarak adlandırabilirsin. Bir Mark Buxton parfümünün her zaman ayırt edilebileceğini düşünüyorum!


Berkan: Comme des Garçons 2 yazımda, parfümü 51. bölge ya da ufo vakasının yaşandığı Roswell yakınlarında takılırken tasarladığını yazmıştım. O kadar farklı bir parfüm ki sanki bu dünyadan değil! Comme des Garçons 2, markanın sana isteklerini anlattıktan sonra mı ortaya çıkan bir parfümdü, yoksa tamamen serbest mi takıldın?

Mark: Comme des Garçons 2, bağımsız bir tasarım. Göz önünde bulundurduğum tek şey, CdG’dekin vetiver sevdiğiydi. Aldehitle birlikte, dumanı tüten ateş etme etkisi yaratan üst nota oldukça özel! 

Berkan: Seni bir rock yıldızına benzetiyorum. Comme des Garçons’u popülerliği yakaladığın grup, kendi markanı ise solo projen olarak görüyorum. Açıkcası Comme des Garçons’tan sonra ilk kez kendi markanla çok farklı tasarımlara imza attığını düşünüyorum. Örneğin Linari ya da Biehl için tasarladığın parfümlerde CdG’daki ya da kendi markandaki farklılığı hissedemedim. Ne dersin?

Mark: Artık çalışmaktan büyük keyif aldığım nadir ve pahalı hammaddeleri seçebiliyorum. Comme des Garçons, gerçekten de güzel bir başlangıç noktasıydı fakat hala göstermem gereken çok daha cüretkâr ve aşırıya kaçan şeyler var! (Linari ya da Biehl’dan bahsetmedi bile… Mesajı aldım)

Berkan: Parfüm dünyasının geleceği hakkındaki düşüncelerin nedir?

Mark: Prestijli parfüm üreticileri, daha az risk alıp birbirlerini kopyalayarak aynı döngünün içinde kendilerini tekrarlıyorlar. Bu durum; niş parfüm sektörü için yaratıcılıkta özgürlük, konsantrasyon için daha yüksek fiyatlar ve test etmeden daha cüretkâr, dolayısıyla daha orijinal olma gibi fırsatlar sağlıyor. Tüm bunlar işin eğlenceli kısmı!

Birbirimizi taklit etmemeye özen gösterip, her konuda daima bir adım önde olmalıyız.


Berkan: Parfüm dünyasında iki ya da daha fazla parfümörün birlikte tasarladığı parfümlere rastlamak mümkün. Böyle bir işbirliği içinde yer alsaydın kimlerle çalışmak isterdin?

Mark: Bunun tamamen saçmalık olduğunu düşünüyorum! Aynı parfümde birden çok parfümörün imzasının olması tamamen politik.

Berkan: Kendi tasarladıkların dışında en sevdiğin parfümler nelerdir? En iyi 5 listeni öğrenebilir miyim?

Mark: Feminite du Bois (Shiseido - Serge Lutens), Aromatics Elixir (Clinique), Eternity (Calvin Klein), Flower (Kenzo) ve Rush Femme (Gucci).

Berkan: Hangi parfümü tasarlamış olmayı dilerdin?

Mark: Feminite Du Bois.

Berkan: Bugün hangi parfümü kullandın?

Mark: Bu aralar her gün Emotinal Rescue (Mark Buxton - kendi markası) kullanıyorum. Ondan önce de Vettiveru (Comme des Garçons) kullanıyordum.


Berkan: Cevapların için teşekkür ederim. Son soru! Kendi adınla pazarlanan parfümler kısa bir süre önce ülkemizde de satışa sunuldu. Black Angel ve Sexual Healing favorilerim! Türkiye pazarından beklentilerin nelerdir?

Mark: Türkiye pazarında yer alalı çok kısa bir süre oldu ve niş parfüm Türkiye’de nispeten yeni. Dolayısıyla göreceğiz. Türkiye’nin büyük bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum! Bekleyip görelim derim.

20 Eylül 2014 Cumartesi

Bruno Acampora - Nero

Niş parfümler; seçkin AVM mağazalarında satılan parfümlerden tutun da butiklere özel parfümleri, hatta küçük bir atölyede harmanlanan ve sadece internet üzerinden satışa sunulan tasarımları bile kapsayabilen ucu açık ürünler. Dolayısıyla niş parfümler hakkında yazarken, korunması gereken önemli bir denge var. Zaman zaman nispeten popüler markalara yer verirken, zaman zaman da ulaşılması zor, sadece meraklı tayfanın peşinden koşacağı markalardan bahsediyorum.

Bruno Acampora, kökeni 1974 yılına uzanan ve esansiyel yağlar üzerinde uzmanlaşmış bir niş parfüm evi. Kısıtlı dağıtım ağı ve saf parfüm kullanımının popülaritesini giderek yitirmesinden dolayı nispeten küçük bir marka olan Bruno Acampora’yı, özellikle eski tarz kadın parfümleri konusunda oldukça başarılı buluyorum. 1970’li yıllarda ürettikleri parfümleri reformulasyona uğramadan halen ürün gamlarında tutmaları ve farklı konsantrasyonlarda pazara sunmaları, markanın köklerine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor. Nero, Bianco ve Volubilis gibi son yıllarda ürettiği parfümler ise günümüz parfüm trendlerine uyum sağlayan, başarılı tasarımlar. Her iki dönem parfümlerini de takdir ettiğim Bruno Acampora, benim gözümde İtalya’dan çıkan en özel parfüm evlerinden biri…


Nero markanın yeni yüzü olarak nitelendirdiğim, dikkat çekici Bruno Acampora parfümleri arasında yer alıyor. Erkeğe de, kadına da yakışan cesur bir kompozisyon!

Yves Saint Laurent’in kült haline gelen parfümü M7’ın açtığı yolda ilerleyen birçok tasarım var. Bundan 14 yıl önce oud gibi zorlayıcı bir notanın, kitlelere hitap etmesi için tasarlanan ana akım bir parfümde kullanılması cesaret işi… Dolayısıyla, M7, halen birçok niş markaya bile ilham kaynağı olan parfüm dünyasının mihenk taşları arasında yer alıyor. M7’ın bıraktığı yerden bayrağı hakkıyla taşıyan en popüler isim ise şüphesiz Nasomatto - Black Afgano…

Muhtemelen bu adam Black Afgano yazısı hazırlarken hatları karıştırıp Nero yorumuna yazdı diye düşünüyorsunuzdur… Karışıklık yok... Sadece sonda söyleyeceğimi başta söyledim! Aynı Carner Barcelona - Cuirs, Les Liquides Imaginaires - Fortis ve LM Parfums - Black Oud gibi Bruno Acampora - Nero da, M7’ın açtığı yolu, 8 şeritli otobana çeviren Black Afgano’nun izinden giden etkileyici bir parfüm.
Andy Warhol tarafından çekilen Bruno Acampora portreleri

Bolca safranla açılıyor Nero. Yoğun ve etkileyici bir başlangıç… Saf parfüm konsantrasyonundaki bir parfümden beklenen etki hemen hissediliyor. Neredeyse karizmatik bir safran diyeceğim… Parfümün harmanında oud yer almasa da Black Afgano benzerliği ilk dakikalardan itibaren dikkat çekiyor.

Parfümlerin konsantrasyonları arttıkça faz geçişleri uzar. Daha açık anlatmam gerekirse, Eau de Cologne konsantrasyonundaki bir parfüm birkaç dakika bile geçmeden orta notalara geçebilirken extrait ya da saf parfümün gelişimi çok daha yavaş olmaktadır. Dolayısıyla Nero’nun safran yoğunluğunu uzun süre hissetmek mümkün. Sonrasında ise sedir ve pürüzsüz kullanılan paçuli safrana eşlik ediyor.

Nero'yu günlük kullanılabilecek bir parfüm olarak görmüyorum. Daha doğrusu saf parfüm konsantrasyonundaki neredeyse hiçbir parfümü günlük kullanımda düşünemiyorum… Parfümü kullanırken hem doz ayarına hem de hava sıcaklığına dikkat etmek gerekiyor. Sonbahar ve kış ayları, bu özel tasarımın kullanımı için en uygun zamanlar…


Kullanım esnasında zaman zaman hissedilen şahane bir sandal ağacı kullanımı var Bruno Acampora’nın mirasını devam ettiren Nero’nun... Miskle birleşen sandal ağacı, kremsi sandal ağacı parfümlerine örnek olacak bir kullanım sergiliyor. Tatlı notalarla etkileyici olmak ne kadar kolaysa odunsularla da bir o kadar zor tarzındaki düşünceyi yerle bir eden bir parfüm tasarlanmış… Her iki cinsiyete de uygun olması da bir başka artı!

Nero, şimdilik (ilerleyen zamanda diğer parfümleri gibi Eau de Parfum konsantrasyonunda da üretilebilir) sadece 10m ve 20ml’lik şişelerde esansiyel yağ olarak satılmakta. Dolayısıyla kullanım şekli, alışılageldik spreyli parfümlerden biraz daha farklı. Yoğun yapısından dolayı boyuna ya da bileklere sürülecek az bir miktar, saatlerce devam eden etkileyici bir serüvene çıkış bileti niteliğinde… Parfümün kalıcılığı da fark edilirliği de son derece yüksek. Bütün bunlar bir de harmanın etkileyiciliğiyle buluştuğunda, övgü toplamak işten bile değil…

 Fotoğraf: www.gettingcheeky.com

Black Afgano ile aynı tarzda ancak taklit olmanın çok ötesinde bir odunsu misk parfümü Nero. Yoğun konsantrasyonuna rağmen değişken yapıda ilerlemesi de Bruno Acampora’nın esansiyel yağ konsantrasyonunda parfümlerdeki ustalığını yansıtıyor. Günümüz parfüm trendleriyle geleneksel esansiyel yağ kullanımını bir araya getiren Nero; parfüm merakını hobi haline getirmiş tayfanın peşinden koşacağı nitelikte, ustalıkla harmanlanmış bir parfüm.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Kilian - Light My Fire

Boş bir sinema salonunda muhtemelen başyapıt olarak nitelendirilecek bir filmin özel gösterimini izliyor gibiyim bir süredir. Filmden sahneleri etrafımdakilere anlatıp duruyorum… Arada zorla fragmanını seyrettiriyorum… Duyduğum hazzı etrafımdakilerle paylaşmanın heyecanını yaşarken bir yandan da bir süre sonra sadece bana özel kalmayacak diye üzülüyorum…

Light My Fire, Fransız parfüm evi Kilian’ın ekim ayında görücüye çıkaracağı “Addictive State of Mind” koleksiyonunun, Monte Cristo purolarından ilham alan yeni parfümü. Parfümü tasarlayan isim, Straight to Heaven, Cruel Intentions ve Incense Oud gibi Kilian’ın başyapıtları olarak nitelendirdiğim parfümlere imza atan Sidonie Lancesseur.


Kilian, L'oeuvre Noire ve Arabian Nights koleksiyonlarıyla en sevdiğim parfüm evlerinden biri haline gelen, Asian Tales (bir kısmı) ve In The Garden of Good & Evil koleksiyonlarıyla ise beni hayal kırıklığına uğratan, karmakarışık duygular beslediğim bir parfüm evi. Birkaç ay önce bahsettiğim Sacred Wood ile geri döndüğüne inandığım Kilian’ın Addictive State of Mind koleksiyonu, markanın fanlarının gönlünü alacak, 2014-2015 yıllarına damgasını vuracak bir seri. En sevdiğim parfümörlerden biri olan Sidonie Lancesseur’un elinden çıkan Light My Fire, maskülen tarafa göz kırpsa da farklılık arayan kadınların da kullanımına uygun bir parfüm.

İsmini 1967 çıkışlı The Doors şarkısından alan Light My Fire’ın yemyeşil bir açılışı var. Sienne l'Hiver yazımda bahsettiğim “hay” denen kuru otların öncülüğünde paçuli ve vetiver hissediliyor. Tam benim zevkime uygun, şahane bir başlangıç!

Kilian'ın şık sunumuyla gönderdiği basın kiti

Aynı Straight to Heaven’ı ilk denediğimde yaşadığıma benzer duygular hissettim Light My Fire’ı ilk denediğimde… Daha önce denediğim hiçbir şeye benzemiyor ve son derece etkileyici! "Wow faktör" yazıp dururlar ya yabancı forumlarda, işte tam olarak o hadise… Riskli notaları öyle bir dengede birbirine yedirmiş ki Sidonie Lancesseur, kusur bulmak mümkün değil…

Açılışın etkisini atlatamamışken hafiften tatlı bir puro tütünü hissediliyor harmanda. Muhtemelen bal ve vanilyadan gelen tatlılık tam yerinde kullanılmış. Kullanıcısını baymadan kuru notaları dengeliyor. Hem ana akım parfüm kullanıcılarının beklentilerine uygun hem de niş parfümlerin farklılığını arayan kullanıcılara hitap edecek bir parfüme imza atmış Kilian. Straight to Heaven kafasında, belki biraz da kadın kullanıcıların yüzünü güldürecek bir parfüm olmuş Light My Fire.

Light My Fire’ın harmanında puro tütünü ve bal gibi gourmand parfümlerin baştacı olan notalar kullanıldığı halde ortaya gourmand bir parfüm yerine derinliği olan yeşil bir parfüm çıkmış. Sonlara doğru da yeşil hissiyat ve puro tütünü dengeye gelirken tatlılık neredeyse algılanamaz oluyor. Parfüm hem derin hem de yeşil olunca kafamda şöyle bir resim canlanıyor…


Gizemli bir parfüm yaratmış Sidonie Lancesseur. Straight to Heaven’ın çekiciliği ile Cruel Intentions’ın gizemini aynı şişede buluşturmuş. Ne tatlılığıyla bayan, ne fazla maskülen ne de gereğinden çok feminen bir parfüm Light My Fire. Kullandıkça daha da çok seviyorum… Peki, hiç mi eleştirdiğim yönü yok?

Light My Fire’ı gün boyu hissetmek mümkün olsa da birkaç saat sonra parfümün fark edilirliği ciddi oranda düşüyor. Dolayısıyla günlük kullanımda tazelemek gerekiyor... Böylesine bir güzellik keşke daha fark edilir olsaydı diye düşünüyorum... Neyse, tek kusuru da bu olsun… Bol sıkarız!

Başlangıcından sonuna, her fazında kendine hayran bırakan naif ama etkileyici bir parfüm Light My Fire. Üstelik her türlü ortama da uygun… Özel günlerde ya da kapalı ortamdaki toplantılarda bile güvenle kullanılabilir. Sıcak havalarda da, akşam serinliğinde de harika hissettiriyor! Daha ne diyeyim…


Light My Fire, gizemli parfümlerden hoşlanan veya imza parfümü arayışında olan parfüm meraklılarına önerdiğim parfümler listesine üst sıralardan giriş yaptı... Modern parfüm anlayışının Geza Schoen ile beraber yeni hâkimi Sidonie Lancesseur’ün elinden çıkma bir başka başyapıt Light My Fire.

Not: Addictive State of Mind koleksiyonu; Fransa, İrlanda, Rusya, İngiltere ve Amerika'da ekim ayında, Türkiye dahil geriye kalan ülkerlerde ise 2015 yılında satışa sunulacaktır.

9 Eylül 2014 Salı

Platinum J. - Mix 18

Niş parfüm dünyasındaki büyümeye paralel olarak “%100 saf esansisyel yağlarıyla” hazırlanan doğal parfüm hadisesi de gelişmeye başladı. Vur denince öldüren, zerre sentetik hammadde kullanmadığını iddia eden parfüm evlerine tam olarak ısınabildiğim söylenmese de ara sıra ummadık taş baş yarabiliyor…

Platinum J. Amerika kökenli bir doğal parfüm evi. Markanın sahibi ve parfümlerin tasarımcısı Jacqueline Clemens, parfümlerini tamamen doğal esasinyel yağlardan imal ediyor. Markanın tüm parfümleri paçuli ve amber temaları üzerine kurulu. Paçuli ve/veya amberin dışında 2-3 notanın eşlik ettiği minimal tarzda parfümler tasarlayan doğral parfüm evi Platinum J.'nin parfümleri genelde lineer yapıda ilerleyen, eski kafa parfüm anlayışına yakın tasarımlar. Markanın en çok dikkatimi çeken parfümü kadınsı vetiver kullanımıyla Mix 18.


Soğuk bir bergamotla açılıyor Mix 18. Derin dondurucuda beklemiş de kışın ortasında kokusunu duymak için dolaptan çıkarılmış bir bergamot… Yeşil değil de gri renkli bir bergamot sanki… Kısa süre içinde de vetiver harmana dâhil olarak soğuk havayı biraz olsun yumuşatıyor.

Vetiver gibi erkekliğin sembolü haline gelmiş bir notayı tema olarak belirleyip kadın parfümü yapmak cesaret işi! Mix 18 denediğim en feminen, vetiver temalı parfüm. Vetiver nasıl böyle kullanılmış bilmiyorum ancak ne vetiverin klasik aromasından ödün vermiş Jacqueline, ne de parfümün kadınsı tarzından... İlk defa denk geldiğim bu kullanımı oldukça takdir ettim.

Mix 18 basit bir harmana sahip. Vetiver ve bergamot uzun süre hâkimiyet sürdükten sonra tatlı bir amber hissediliyor. Neredeyse vanilya var diyeceğim… Oldukça naif bir amber algılanıyor. Amberin her türlü varyasyonunu kullanan Jacqueline, amberli yemek yap dense yapacak… O derece!

Erkek parfümlerinin temel taşlarından biri olan vetiver temalı Mix 18’i erkek saati takan kadına benzetiyorum. Maskülen tarzı olan çekici bir kadına! Parfümü ilk denediğimde de zihnimde beliren, Sharon Stone’un Submariner ile verdiği şu meşhur poz…


Jacqueline; amber ve paçuliyle oynamaya o kadar alışmış ki, onları istediği forma doğallığından ödün vermeden sokabiliyor. Sonlara doğru tatlımsı bir amber parfümü olarak devam ediyor Mix 18. Son fazda bergamot ve vetiverden eser bile kalmamasına rağmen zengin bir parfüm hissiyatı algılanıyor. Ara sıra da pudramsı bir tarzda ilerliyor Mix 18.

Doğal parfümlerin kalıcılığı genellikle düşük seviyede seyrederken Mix 18’de böyle bir sorun yok. Parfümün kalıcılığı da fark edilirliği de oldukça yüksek. Hatta kalıcılığı bunaltacak ve kullanıcısını sıkacak kadar yüksek… Mix 18 doğrusal yapıda ilerleyen bir parfüm olduğu için özellikle son fazı gereğinden uzun sürüyor. Bu durum, performans beklentisi yüksek kullanıcıları tatmin ederken parfümü gün içinde değişimini gözlemeyi sevenleri üzecek nitelikte.

Bahar ve kış aylarına uygun bir vetiver yorumuna imza atmış doğal parfüm evi Platinum J. Mix 18, maskülen tarzı olan kadınlar için, vetiver’in “F” hali!
© Gurme Kokular - Niş Parfüm Yorumları / Röportajlar / İzlenimler
Maira Gall